Berrak zihinler için yalın, zengin, bağımsız bir Türkçe dijital medya üyeliği.
Ücretsiz Kaydol →
Ümit Alan
Yazar ve iletişim uzmanı. Basın ve Yayıncılık ana bilim dalında yüksek lisans yaptı. 2000 yılından itibaren yazılarıyla basında yer almaya başladı. 2009 yılında düzenli medya eleştirisi yazıları yazmaya başladı. Yazılarının konsepti 2016’dan itibaren yeni medya ve dijital medya okur yazarlığına genişledi. Televizyonda "Heberler" (2010-2013) isimli hiciv programının senaryo yazarları arasında yer aldı. "Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı" (Can Yayınları, 2015) isimli bir eleştirel basın tarihi incelemesi kitabı var. Socrates Podcasts çatısı altında Can Öz ile birlikte "Yeni Medya 451"i hazırlıyor. Aposto ekibiyle birlikte ise "Ümit Alan ile Medya Tarihi" podcast serisini hazırladı. Aynı zamanda 2003 yılından bu yana iletişim sektöründe danışmanlık ve reklam yazarlığı yapıyor. Profesyonel konuşmacı olarak etkinliklere katılıyor.
İstanbul Ansiklopedisi dizisinde Zehra “Sana bir ideoloji borçlu olduğumu bilmiyordum” diyor arkadaşına. Bu herkes için geçerli. Türkiye’nin geldiği noktada da kimse kimseye bir ideoloji borçlu değil. Bunun yerine ortak bir duyguya ihtiyacımız var. İletişimi sloganların ötesine geçirip gerçek kılacak olan da bu.

OpenAI’ın sosyal ağ kurma yolunda olduğuna ilişkin kulis haberleri yayılıyor. Bu fikri, sadece “Madem rakipler bizim alana giriyor, biz de onların alanına gireriz” ekseninde bir meydan okuma olarak göremeyiz. Çünkü yeni bir sosyal ağ demek, yeni ve muazzam bir veri havuzu demek. Deneysel bir füzyon mutfağındayız şimdi. Pahalı ve acı bir deney olabilir tabii. Yeni riskler bu restoranda açık büfe. Üstelik ultra her şey dahil.

İlk kez 2011 Genel Seçimi’nde milletvekili seçilerek parlamentoya giren ve o seçimden sonra dört seçim daha atlatarak aralıksız milletvekilliği yapan Mahmut Tanal artık bir olgu. Peki ne oldu da Mahmut Tanal, gençlere hitap edemediği söylenen CHP’nin 64 yaşında bir vekili olarak böyle karşılık buldu? Burada siyasi iletişim açısından da dersler var.

TRT, başta cihaz alırken ödediğimiz bandrol vergisi olmak üzere, kamu kaynakları ya da daha geniş tabirle vergilerimizle finanse ediliyor. Hepimizin vergisiyle finanse edilen bir kurumu nasıl boykot edebiliriz ki? Öyle bir kurum, nasıl anayasal haklardan söz eden oyuncuları ve onlara destek verenleri projelerden bu kadar kolayca çıkarabilir ki? Kuruluş amacına uygun olarak “özerk” kalmadığı için hepsini yapabilir elbette.

İletişimi sadece mesaj vermek ya da vermemek olarak gördüğünüz andan itibaren kaybetmeye başlıyoruz. Toplumsal kriz anlarında iletişim, sadece mesaj vermek değil; güven inşa etmeyi, topluma karşı sorumluluğunu göstermeyi ve uzun vadeli itibarı korumayı da içeriyor.

Evet, bant daraltma bir sansür ve büyük sorun ama tek sorun değil. Bir de topluluktan yoksun kalarak daralttığımız hayat ve iletişim eksikliği var. Bunun panzehiri de birlikte sevinip, birlikte üzüleceğimiz hikayeleri çoğaltmakta. Bizim bize kavuşmamızın tek yolu bu.

Mikro-emeklilik, emeklilik için yaşlılığı beklemek yerine, birkaç yıl çalışıp belli bir birikim yaptıktan sonra 6 ay ya da 1 yıla kadar periyodlarla işe ara verip kendini yenilemeye deniyor. Peki emekli olanların bile emekli olduğunu düşünme lüksüne sahip olmadığı bir ortamda bunu tartışmak lüks mü?

Herkesin her şeyden haberdar olup, hiçbir şey yapmadığı; her şeyle dayanışma içinde görünüp yerinden bile kıpırdamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Yaşıyor ve alışıyoruz. Her anını paylaşmaya, paylaşmazsa yaşanmamış saymaya, filtrelerle yarattığı gerçekliğe inanmaya gönüllü yazılmış insanlığı, başka nasıl bir gelecek bekleyebilirdi ki?

Kandıralı Ferdi, Altın Çocuk, Avukat Erkan, Rapçi Azize Teyze, TikTok’tan date’e çıkan Gülşen Teyze, Nezaket Teyze, zurna ile Fenerbahçe Marşı çalan Çinli ve daha nicesinin biraraya geldiği "Hayrettin ile Kaos Show", her şeyin merkezine kendi beğenilerimizi koyduğumuz dünyanın paralelinde başka bir evrenin olduğunu hatırlatıyor ve kendi algoritmamızın dışına bir yolculuk vadediyor.

Reklamcıların önce yıldızı, sonra dalga geçme enstrümanı olan 14 Şubat’ı o kadar da yabana atmayalım. Çünkü marka sadakatinin aşındığı çağda onun yine de bir avantajı var. O da insanlar arasındaki en saf duygulardan biriyle ilgili olması. Asıl, insanın insana özlemine karşı eski konumunu kaybeden markalar ne yapacağını düşünsün. Marka bağlılığı yaratmanın bir insana bağlı olduğu düzende, insanın güvenilmezliği onların yeni çelişkisi.
